Klasik fizik bakış açısının temelinde batıda “Aydınlanma Dönemi” olarak bilinen
bir dönemde geliştirilmiş olan ilkeler yatmaktadır. Kuantum kuramı bu ilkeleri
çürütmüş ve onların birer varsayım olduklarını ortaya koymuştur. Esas
itibariyle 4 tane varsayım vardır. Bunlar Nesnellik, Yerellik, İndirgeyicilik
ve Pozitiflik varsayımlarıdır.
Sırasıyla onları yorumlarken Kuantum kuramı ile
Tasavvuf ilişkilerinden de söz edeceğim.
Nesnellik varsayımı: Evrenin birbirlerinden kopuk nesnelerden oluşmuş olduğu varsayımıdır. Bu varsayıma göre nesneler çevrelerinden yalıtılıp incelendiklerinde ve özellikleri belirlendiğinde, onları anlamış oluruz. Bu görüş Kuantum Kuramı’na göre eksik ve geçersizdir. Gözlem ve deney belli bir bilgi verse de önemli olan her şeye Hakk gözüyle bakarak hakikatine ulaşmaktır. Gerçek ile hakikat bu açıdan farklı kavramlardır. Gerçeğe deney ve gözlem ile ulaşılır. Hakikate ulaşmak için gönül gözü ile bütünsel ve birleştirici bir bakış gerekir. Niyazi Mısri (1618 – 1693) bu şiirinde gönül gözüyle bakmanın önemine değiniyor.
Nesnellik varsayımı: Evrenin birbirlerinden kopuk nesnelerden oluşmuş olduğu varsayımıdır. Bu varsayıma göre nesneler çevrelerinden yalıtılıp incelendiklerinde ve özellikleri belirlendiğinde, onları anlamış oluruz. Bu görüş Kuantum Kuramı’na göre eksik ve geçersizdir. Gözlem ve deney belli bir bilgi verse de önemli olan her şeye Hakk gözüyle bakarak hakikatine ulaşmaktır. Gerçek ile hakikat bu açıdan farklı kavramlardır. Gerçeğe deney ve gözlem ile ulaşılır. Hakikate ulaşmak için gönül gözü ile bütünsel ve birleştirici bir bakış gerekir. Niyazi Mısri (1618 – 1693) bu şiirinde gönül gözüyle bakmanın önemine değiniyor.
Her şeye mahluk
gözüyle baksan ol mahluk olur.
Hakk gözüyle bak ki, nur-i Yezdan andadır.
Vahdeti kesrette bulmak, kesreti vahdette hem, Bir ilimdir ol ki cümle ilm-i
irfan andadır.
İbret ile şeş cihetten görünen eşyaya bak. Cümle bir ayinedir,
kim vech-i Rahman andadır. (Nur-i Yezdan: Tanrının kutsal ışığı, Vech: Yüz,
tarz)
Mahluk (yaratılmış, halk olmuş canlı) gözüyle bakmak, ayırımcı mantıkla
düşünmek demektir. Bu bakışta bir yaratan bir de yaratılan bulunur. Ayırımcı
mantık nesnellik ve indirgeyicilik içerir. Oysaki Hakk (mutlak varlık) gözüyle
bakmak, ayırımsız ve bütünsel bakıştır. Hakk, Hakikat, Muhakkak sözleri
arasındaki anlam ilişkisi Mutlaka var olması gereken bir tekliğe işaret eder.
Zira Kuantum kuramı her nesnenin enerji yoğunluğu olduğunu iddia eder.
Teklikte çokluğu ve çoklukta tekliği bulan arif kişi Kuantum Mantığına uygun
düşünür. Her nesneye ve olaya birleştirici ve ayırım yapmayan gönül gözüyle
bakarsak, koruyucu Rahmanın/Allah’ın güzel yüzünü görürüz. “Güzel yüz” ile
kastedilen surat değil, sıfattır. İslam dininde Allah’ın 99 sıfatı vardır ki
bunlara Esma-ül Hüsna (güzel isimler) denir. Surat ve suret sözleri dış ile,
siret ve sıfat ise iç ile ilişkilidir. Tasavvuf geleneğinde iç-dış ayırımı
yapılmadığından sıfat yerine surat kullanmak bir çelişki oluşturmaz.
Yerellik
varsayımı: Etkileşimlerin sadece yerel nedenlere dayalı oldukları varsayımıdır.
Görelilik kuramı uzaktan ve anında, ışıktan hızlı etkilerin bulunamayacağı
iddiasında bulunur. Bunu da Einstein EPR (Einstein-Podolsky-Rosen) düşünce
deneyi olarak ileri sürmüş, ancak sonradan yapılan deneyler ışıktan hızlı yerel
olmayan etkileşmelerin mümkün olduğu deneysel olarak kanıtlanmıştır. Bu
deneyler evrenin bir ayrılmaz ve parçalanmaz bütün oluşturduğunu ve her
nesnenin ‘bağımlı’ olduğunu göstermiştir. Neye bağımlı diye soracak olursanız,
“birbirlerine bağımlı” demek gerekir.
Evrendeki nesnelerin birbirlerine olan
bağımlılıklarını ve etkileşimlerini Mevlâna Celaleddin Rumi (1207 – 1273) şöyle
ifade ediyor: Yerde ve gökte ne varsa her biri zerre zerre kendi cinsine
kehruba gibidir. (Kehruba=Kehribar gibi çekici) “Kendi cinsine çekmek”
sözlerinde gizli olan anlam, canlılarda kalıtımsal bağlılığın ve cansızlarda
kimyasal bağlılığın bulunduğudur. Kehribar çubuğu kumaşa sürttüğümüzde kâğıt
parçalarını çeker. Şu halde Mevlâna’nın sözlerinde elektrik çekim alanı da
gizlidir. Kadim dönemde doğa farklı bilimsel disiplinlerle incelenmezdi. İlim
sahibi kişi, birçok disiplini birleştirebilen kişiydi. Örneğin İbn-i Sina (980
– 1037) hem yazar, hem tıp adamı, hem filozof hem de bilim adamıydı. Birçok
disipline hâkim bir ilim adamıydı. Birçok disiplini birleştirip aralarındaki
ortak yönleri bulabilen ve hepsinin sentezini yapabilen insan, yerel düşünmeyen
ve bilgili olmaktan öte bilge olan insandır.
İndirgeyicilik varsayımı:
Nesneleri anlamak için onları bölüp parçalamanın gerekli olduğu varsayımıdır.
Günümüzde tüm disiplinler bu yaklaşımı uyguluyorlar. Örneğin, fizik bilimi
maddeyi indirgemiş ve parçalayarak temel yapı taşlarını bulacağını ummuştur.
Oysaki CERN’de gerçekleştirilmiş yüksek hızlarda proton çarpışmaları dahi kesin
bir sonuca ulaşmış ve en temel parçacığı bulabilmiş değildir. Higgs
parçacığının dahi basit olmayıp, daha temelde duran parçacıklardan oluşmuş olabileceği
hakkında görüşler ileri sürülmektedir. Zira bir bütün onu oluşturan parçaların
toplamından fazladır. Eğer nesneler dönüşen enerji yoğunluklarından ibaretse,
“temel parçacık” kavramı dahi yanıltıcı olmaktadır. Nitekim modern fizik
kuramlarında parçacık kavramı yerine titreşen dalgalardan, sicimlerden hatta
titreşen “membran” denen yüzeylerden söz edilmektedir. Dolayısıyla, bütünü
parçalarına ayırarak en 3 temel parçacığa ulaşacağımız görüşü bir varsayımdan
ibarettir. Ayrıca, parçalayarak, ayırım yaparak ve indirgeyerek bütünde bulunan
anlamı da kaybetmiş oluruz. İnsan, onu oluşturan organların toplamından daha
fazladır. Bakın bu konuda bilge şair Niyazi Mısri ne diyor:
Bahr içinde
katreyim, bahr oldu hayran bana.
Ferş içinde zerreyim, arş oldu seyran bana.
Dost göründü çün âyan, kalmadı bir şey nihan.
Tufan olursa cihan, bir katre
tufan bana.
Surette nem var benim, siyrettedir madenim.
Kopsa kıyamet bugün,
gelmez perişan bana.
Kaf-ı dil Anka’sıyım, sırrın aşinasıyım.
Endişeler
hasıyım, ad oldu insan bana.
Niyazi’nin dilinden, Yunus’durur söyleyen.
Herkese
çün can gerek, Yunus’durur can bana.
(Katre: damla, Bahr: deniz, Ferş: Yeryüzü,
Siyret: İçsel Ahlak, Nihan: saklı) Bu şiirde sözü edilen “dost”
Tanrı/Allah’tır. Sufiler için “Allah”, korkutan ve cezalandıran bir varlık
olmayıp, destekleyip yol gösteren bir dosttur. Niyazi Mısri Yunus Emre’yi canı
kadar sevdiğini ve kendi ağzından Yunus’un konuştuğunu söylüyor. Bu sözlerde
ayıran ve indirgeyen bakış yerine birleştiren ve bağlayan bakış bulunuyor. Pozitiflik
varsayımı: Evrende var olanların ve aralarındaki etkileşmelerin ölçülebilir
olduğu varsayımıdır. Günümüzde pozitif bilimler diğer bilimsel yaklaşımların
önüne geçmiş, tek ciddiye alınması gereken yaklaşım statüsünü kazanmıştır. Bu
yaklaşım teknik ve teknolojinin gelişmesinde büyük yarar sağlamıştır. Bu yarara
bakarak bilim çevrelerinde büyük bir özgüven gelişmiş ve pozitif ölçüm
metodunun her disiplinde geçerli olması gerektiği görüşü yerleşmiştir. Oysaki
tüm çabalara rağmen ve elde edilmiş birçok başarıya rağmen ölçüm metodu ile
kesin sonuç elde etmek mümkün değildir. Zira ölçülen ile ölçen arasında boyut
farkı yoksa ikisi arasında bir bağ oluşur ve kesin sonuç elde edilemez; ancak
göreli ve eksik bir sonuç elde edilebilir.
Örneğin, bir elektronun yerini
saptamak için onu bir ışık parçacığı olan foton ile çarpıştırdığımızda, foton
geri dönüp bize bilgi aktarana kadar elektron bulunduğu yerden farklı bir yere
doğru hareket etmiş olacaktır. Dolayısıyla ölçüm metodunun da limiti vardır.
Özellikle Kuantum Kuramının geçerli olduğu atom-altı parçacıklar söz konusu
olduğunda ölçümde belirsizlikler artmaktadır. Bu konuda Werner Heisenberg (1901
– 1976) Belirsizlik ilkesini ileri sürmüş ve ölçüm metodunun limitlerini
sayısal olarak bulmuştur.
Tasavvuf anlayışına göre evrenin oluşumundan önce ve
hatta Tanrı/Allah varlığının dahi gerisinde bilinmesi mümkün olmayan belirsiz
bir âlem bulunur. Bu âleme Hahut âlemi denir. Hahut âleminin bir diğer adı
“gayb-ul gayb”dır ki, anlamı bilinmeyenlerin ötesindeki bilinmeyendir. Yani tam
anlamıyla belirsizlik âlemi olup ölçüme ve tanıma sığmayan kutsal ruhun veya
“ruh-ül kudsî”nin âlemidir. Bu âleme ehadiyet veya vahdaniyet âlemi de denir.
Süreksizlik: Kuantum fiziğindeki süreksizlik tüm mikro elektroniği değiştirmiş,
süreklilik yerine süreksizlik önem kazanmıştır. Günümüzde analog (sürekli)
teknoloji gittikçe yerini dijital (süreksiz) teknolojiye bırakmaktadır.
Bilgisayarlar, cep telefonları, uydu ile haberleşmeler ve HD televizyonlar
dijital teknolojinin ürünüdürler. Küçük adımlara bölünen hareket sayesinde hata
payı azalmakta hem ses hem de görüntü netlik kazanarak iletişimin berraklığı ve
kesinliği sağlanmaktadır. Kuantum fiziğinin etkileyeceği bir diğer teknolojik
alan da nanoteknoloji denen çok küçük ölçekli (milimetrik) alet ve makinelerin
teknolojisidir. Önümüzdeki yıllarda nanoteknoloji pek çok alanda yaşamımızın
parçası olmaya adaydır. Özellikle tıbbi aletlerde ve robot sistemlerinde
nanoteknoloji yaygın olarak uygulanacaktır.
Klasik Newton fiziğinde ise zaman
ve mekân sürekli kabul edilirler. Bizim çevremizdeki olayları sürekli olarak
algılamamızın nedeni beynimizin süreksizliği ve kopukluğu sürekliliğe
dönüştürmesinden dolayıdır. Dolayısıyla insan söz konusu olduğunda her iki
bakış da geçerli olmaktadır. Doğru anlayış Hem-Hem mantığını kullanarak
evrendeki tüm hareketlerin ve değişimlerin hem sürekli hem de süreksiz
olduklarını kabul etmektir.
Hem-Hem mantığı kadim dönemde bilge kişilerin düşünce
yapısının temelini oluşturmuştur. Mevlâna ışığın hem dalga hem parçacık
özelliği taşıdığını şu sözlerle ifade etmiştir:
Şu pencereden gelen güneş
ışığına bak. İçindeki zerreler sufiler gibi dönüp durmada. Hangi vuruşla, hangi
nağmeyle, kimsecikler bilmez. Oynayanlar apaçık meydanda. Çalgıcılar ise sır
gibi gizli. Hepsinden üstün bizim iç semâmız. Yüz çeşit şevkle, yüz çeşit nazla
O’nun huzurunda dönüp durmada.
Mevlâna “iç sema” sözüyle insanın sadece
bedenden ibaret olmadığını, ayrıca dalgasal bir özelliğe sahip olduğunu
belirtiyor. Gerçekten de insan hem sürekli hem de süreksiz bir varlıktır.
Düşünce boyutunda sürekli, beden boyutunda süreksizdir.
Doç. Dr.Haluk BERKMEN
www.halukbermen.net
.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder