Yirminci yüzyılın başlarında geliştirilmiş olan Kuantum
kuramına göre gözleyen ve gözlenen birbirinden ayrı ve bağımsız değildir. Biz
bir doğa olayını gözlerken ve onun bir matematik modelini yaparak anlamaya
çalışırken sadece kendi yorumumuzu sergiliyoruz.
Yani, akıl ve mantığımızı
kullanarak doğanın kendisini değil, kendimizi, kendi zihnimizi ortaya koymuş
oluyoruz. Örneğin, ışık ile yapacağımız bir tür deney bize ışığın dalgasal bir
yapıya sahip olduğunu söylerken, bir diğer farklı deney ise ışığın küçük enerji
paketleri olan ve parçacık gibi davranan foton’lardan meydana geldiğini söyler.
Şu halde ışık hem dalga özelliğine sahiptir hem de parçacık. Sadece ışık değil
tüm ‘madde’ dediğimiz nesneler dalga ve parçacık özelliği gösterebilirler. Zira
her nesne aslında bir enerji türüdür. Enerji türleri ise kesin hudutlarla
belirtilemeyen ve sürekli değişim içinde olan yapılardır.
Kuantum kuramı
maddeyi enerji olarak tanımlar ve maddeler arası etkileşimleri enerji alanlarının
etkileşimi olarak görür. Demek ki tüm evreni birtakım enerji alanlarının ortamı
olarak görebiliriz. Hareket ise enerji alanları arasında bir çeşit alış-veriş
veya dalgalanma olarak açıklanabilir. Aynı durum insanlar için de söz
konusudur. Her insan bir enerji alanıdır. Her insan çevresi ile sürekli enerji
alış-verişi yapmaktadır. Beslenmeden tutun da büyümeye, hatta düşünmeye kadar
her eylemimizde bir enerji alış-verişi vardır. Fiziksel bedenin çevresinde de
göze görünmeyen bir enerji alanı bulunmaktadır. Bu alan da çevredeki diğer
enerji alanları ile etkileşir, titreşime girer ve rezonansa ulaşır. Bu olayı
aynı titreşen bir diyapazonun diğer bir diyapazonu da titreştirmesine
benzetebiliriz. İki diyapazon aynı rezonans frekansına sahipse birine vurduğumuzda
diğerinden de ses gelir. İnsanlar da rezonansa girerek birbirlerini etkilerler.
Rezonans olduğunda bilgi içselleşir ve sadece bellekte değil, tüm bedende kayıt
olur. Buna yaşam bilgisi de diyebiliriz. Yaşam bilgisi tüm hücrelere yayılan
holografik bir bilgi türüdür.
Fizik alemde etkileşmelerin zaman farkı ile
oluştuğu inancı hakimdir. Kuantum kuramı içinse ‘zaman’ ölçülebilir bir
büyüklük değildir. Mutlak zaman diye bir şey yoktur. Zaman her cismin bulunduğu
uzay bölgesine ve hızına bağlı olarak değişen göreli bir kavramdır. Önemli olan
‘an’dır. Her olayın oluştuğu an önemlidir. Bizler sürekli an içinde
varlığımızı sürdürürüz. İşte, yaşam bilgisi anında harekete geçebilen ve
etkinliğini anında gösteren bilgi türüdür. An kavramı ise noktaya benzer. Nasıl
ki noktanın boyutu yoksa an’ın da boyutu yoktur. Zaman ise bir süre
içerdiğinden çizgi gibidir. Nokta boyutsuz olup çizgi tek boyutlu bir yapıdır.
Bunlar birbirine indirgenemez. Aynı şekilde zaman da an’a indirgenemez. Fakat
an denilen noktasal zamanın sonsuzluğa açılabilen bir özelliği vardır.
Kuantum Kuramının
şu savı deneysel olarak da kanıtlanmıştır: Eğer bir yapı başlangıçta bir bütün
oluşturmuş ise, o yapıyı parçalasanız dahi parçalar arasında etkileşim yerel
olmayan bir biçimde devam eder. Bu ifadenin anlamı şudur: Bütün parçalarından
fazladır. Bütünü oluşturan parçalar, bütünden ayrılsalar dahi bütünle
etkileşmeye devam ederler. Parçalar bütünden tamamen bağımsız bir varlık
sürdüremezler. Parçalar arası ve bütün ile parçalar arasında yerel olmayan bir
etkileşim vardır. Parçalarda hem bütünü hatırlayan (asıl yapıyı unutmayan) özel
bir 3 bellek vardır hem de yeni dış etkilerden birbirlerini haberdar etme
yeteneği vardır. İnsan da sonsuz ve tümel ruh olan kaynaktan ortaya çıkmış
olduğundan onunla olan ilişkisi asla kopmaz. O ilişkiyi kuvvetli tutup
kopmasını önlemek her insanın iradesi dahilinde olan bir durumdur. Nesneler de aynı kaynağa bağlıdırlar. Onların da bir dalgasal boyutları, bir de parçacık
boyutları vardır. Bu iki boyut tin-beden boyutları gibi birbirlerine
indirgenemeyen, birbirlerinden bağımsız olan özelliklerdir. İşte, bu yüzdendir
ki bir deney yapıldığında nesnelerin ya parçacık veya dalga özellikleri ile
karşılaşıyoruz. Oysa ki her ikisi bir arada bulunur ve bu ortak özelliğin
ortaya çıkışına “Enerji” adını veriyoruz. Bu enerji evrenseldir ve her var olan
nesnenin esas değişmez dokusudur. İnsan istediği taktirde evrensel enerjiyi
harekete geçirip yerel olmayan bir iletişim kurabilir. Buna ‘İstek Yasası’
diyebiliriz. Bu yetenek her insanda vardır, ama istek olmadıkça yetenek
harekete geçmez.
İnsan kendini beş duyu ile kısıtlamadığı taktirde istek
yasasını harekete geçirerek birçok açıklanması zor olan işler başarabilir.
Öncelikle an içinde bulunmak ve trans (vecd) haline geçerek zaman kavramından
uzaklaşmak gerekir. İnsan istemedikçe kendisine hiçbir ruhsal bilgi aktarılmayacaktır.
Duyular ötesi algılama da aynı şekilde istek yasası sayesinde gerçekleşir.
Fakat bu istek determinist yasalarla açıklanamaz. İnsan her istediğini
yapabilme yetisine sahip değildir. Bu kanıda olanlar aslında egolarına fazlaca
önem verenlerdir. Çünkü, görelilik ve belirsizlik doğanın temel yapısında
bulunmaktadır. Kuantum Kuramı “mutlak gerçek” kavramını “muhtemel (olası)
gerçek” kavramı ile değiştirmiştir. “Olası gerçek” görüşüne göre: Deney yapıp
(karar verip) sonuç ortaya çıkmadıkça gerçek hakkında bilgi sahibi olunamaz.
Olası gerçek kavramına “potansiya”, yani “gerçekleşmesi mümkün olan fakat henüz
gerçekleşmemiş olan” olarak da bakabiliriz.
Hepimizin bildiği “potansiyel
enerji” kavramında gerçekleşmemiş olan iş yapma kapasitesi gizlidir. Bu
kavramın en genel şekli olan “potansiya” kavramında “var olma kapasitesi”
yatar. Şu halde varlık veya gerçek dediğimiz oluşumu mutlak olarak değil,
sadece göreli bir gizli kapasite olarak düşünebiliriz. Bu kapasiteyi harekete
geçirmek için, an içinde tüm varlığımızla ve coşku ile olaylara katılmamız,
fakat bu katılıma asla bencil çıkarlarımızı dâhil etmememiz gerektiğini
bilmemizde fayda vardır.
Doç. Dr. Haluk BERKMEN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder